Beklenen Bilgi Kitabı
Hakkında
Bu bölümdeki yazılar
son çalışmasıyla ilgili olup, Feridun
Tepeköy'ün hazırlamış olduğu
“Büyük Vazifeli Dr. Bedri
Ruhselman” ismindeki yayınlanmamış
kitabın 608 sahifelik müsvetteleri arasından
çıkartılmıştır....
Ölümüne tekaddüm eden
çalışma devresinde, yüksek ruh âleminden aldığı
bilgileri derleyerek meydana getirdiği ve henüz
neşredilmemiş, noterde mahfuz bulunan kitap.
Doktor Bedri
Ruhselman, 5.3.1957 tarihinde cemiyetten istifa
etti. Bu tarihten sonra Harbiye Çimen sokaktaki
apartmanın kira ile tuttuğu ufak bir dairesinde
çalışmalarına başladı ve bu çalışmaları ölümüne
kadar gittikçe artan hummalı bir tempo içinde
sürdü. Gerçi burada ölümüne kadar demek pek doğru
olmayacak. Zira, 16 Şubat 1960 perşembe günü
akşamı bu dünyadan ayrılmasından altı ay kadar
önce, derlediği kitap üzerindeki yoğun
çalışmalarını bitirmiş, kitabı vazifelendirilen üç
mesai arkadaşının mesuliyetine teslim ettikten
sonra da bir nevi istirahat (daha doğrusu ölümü
bekleyiş) hali içinde günlerini doldurmaya
çalışmıştır.
Kendisine,
vazifesinin bu dünyada son derlediği eser ile
bitmiş olduğunu ve esasen bu hayatını bu işi
tamamlamak için yaşamış olduğunu, bu güne kadar
yaptığı bütün çalışmalarının ve yayınladığı
eserlerinin sadece birer hazırlık mahiyetinde
oldukları açıkça tebliğ olarak bildirilmişti. Bu
bekleyiş devresi içinde, bir ara bir İzmir
seyahati yaptı. Kızkardeşi (Hidayet), yeğeni ve
çocuklarını ziyaret etti. Bir ara da vakit
doldurmak için lisan çalışmaları yaptı, müzik
dinledi, vs.. Mütevekkil ve belki de memnun,
dünyadan ayrılacağı saatin gelmesini sükûnet ve
vekar içinde bekledi. İşte, 1958 ile 1959 yılları
onun en kesif çalışmalarına sahne olmuş en verimli
yılları olarak kabul edilebilir. Zira, bu
çalışmaların neticesinde “Kitap” ortaya çıkmış ve
İstanbul Karaköy semtindeki 5. Noter'e hıfzedilmek
üzere emanet edilmiştir. Kitabın noterde
muhafazası konusunda, yılların meydana getireceği
yıpranma ve tahribatın önüne geçilmesi için
herhangi bir tedbirin alınıp alınmadığı hususunda,
sayın Attila Güyer, “böyle bir tedbire lüzum
hissetmediklerini, verilmiş talimata uygun olarak
hareket ettiklerini” beyan etmektedir. Bu
talimatın dışında, bütün mesuliyetin plana ait
olduğu bildirilmiştir.
Kitabın üç nüshası
ayrı ayrı zarflara konarak, üzerlerine üç
vazifelinin isimleri yazılmış ve üç nüshası da
ayrıca ağzı açık bir zarfa konmuştur. Her biri
ayrı ayrı kitabı alabilecektir. Kitap, daktilo ile
üç nüsha olarak teksir edilmiş ve Hüsrev
Bilgioğlu, Metin Sakik ve Attila Güyer'in ayrı
ayrı tasarruf ve mesuliyetlerine emanet
edilmiştir. Sayın Metin Sakik, bu çalışmanın
sonunda kitabın tapaj görevini üzerine alarak
yerine getirmiş ve kitabı bir asıl iki kopya
olarak daktilo etmiştir. Kitabın bu üç şahsın
mesuliyetlerine tevdi edilişi bizzat “Önder”
planının “sizler bu iş için seçildiniz” demesi
üzerine olmuştur. Bu, planın son celsesinde
söylenmiş ve üç şahıs böylece
seçilmişlerdir.
Bu vazifeli üç
arkadaştan her hangi biri veya ikisi daha önceden
bu dünyadan ayrılacak olursa - ki bu ihtimal de
hesaba katılmıştır - geri kalan, üzerine aldığı
vazifesini tek başına ifaya yetkili kılınmıştır.
Telif hakkı, bu üç vazifeliye ayrı ayrı
verilmiştir. Muhafaza edilmek üzere İstanbul 5.
Noterliğine emanet edilen söz konusu kitabın,
noterliğin kasasında saklandığı ve her yıl bu
görev için noterliğe bir ücret ödendiğini de
zikredebiliriz. Kitabın ne zaman neşredileceği, ne
zaman dünya dillerine tercümesinin yapılacağı ve
hangi emare ve ikazlarla harekete geçileceği gizli
tutulmuştur. Zemin ve zaman müsait olduğu anda,
beklenen işaret ve ikazların değerlendirilmesinden
sonra faaliyet başlayacak ve kitap insanlığın malı
olacaktır.
Üç vazifeli şahıstan
her biri hayatta iken, ilk önce Attila Güyer
faaliyeti başlatmakla görevlendirilmiştir. Kimseye
danışmadan, kitabın noterden alınmasıyla faaliyet
başlatılmış olacaktır. Eğer Attila Güyer ölmüş ise
bu takdirde Metin Sakik bu görevi üslenmiş
olacaktır. Şayet Metin Sakik de ölecek olursa bu
takdirde hiç beklemeksizin (derhal) Hüsrev
Bilgioğlu noterden kitabı alacak ve hemen
faaliyeti başlatacaktır. Bu hususları Bedri
Ruhselman bir talimatname ile açıkça tesbit etmiş
ve üç vazifeliye vermiştir.
Kitap hakkında
yeterli bir bilgiye sahip değilim. Mesuliyetini
almış sayın vazifeli dostlarımdan müsaade almadan
bildiklerimin hepsini açıklamaya da hiç bir
suretle mezun değilim. Ancak, bilinen bazı
hususları burada kaydetmekle iktifa ediyorum.
Kitap, insanlığın
mukadderatı ve tekamül hamlesi sağlamasını temine
yarayan çok kıymetli açık bilgileri ihtiva
etmektedir. Bu bilgiler, doğrudan doğruya ilahi
yüksek ruhi planın (Önder planı) insanlığa tebliğ
ettiği bilgiler olup, medyum (Attila Güyer)
vasıtasıyla ve Bedri beyin derleyişiyle ortaya
çıkarılmış ve insanlığın istifadesine sunulmuştur.
Kitap, - hacım
itibarıyla orta boyda bir kitap olarak düşünülecek
olursa - takriben 350 sahifelik bir hacmi işgal
edeceği tahmin edilmektedir. Kitabın derlenişi
konusunda yaptığı açıklamalarla bu noktayı
aydınlığa kavuşturan sayın dostum Attila Güyer, bu
konuda özcümle şunları
söylemektedir: “Kitaptaki bilgiler, benim
aracılığım ile ‘Önder’ ismi verilen yüksek idareci
bir plan tarafından verildi. Bu verilen
tebliğlerin Bedri bey tarafından önce
anlaşılmasına yardım edildi. Sualler sorulmasına
izin verildi. Yapılan açıklamalarla konular vuzuha
eriştirildi. Konunun planı verildi ve bu plan
gereğince Bedri beyin konuyu kaleme alması
sağlandı. Kaleme alınan bölümler plana okundu ve
tasvibi alındı. Böylece derleme faaliyeti
tamamlandı.”
Sayın Attila Güyer'in
yaptığı bu açıklama, “derleme” kelimesinin
manasını gayet açık bir şekilde ortaya
koymaktadır. Kitabın derlenmesini ancak Bedri bey
muvaffakiyetle başarabilirdi. Verilmiş bilgilerin
eski bilgilerle telif ve sentezini ancak Bedri bey
selahiyetle tamamlayabilirdi. Ancak onun
kapasitesi, vazife şuuru ve azmi böyle bir
çalışmanın altından kalkabilirdi. Dikte ettirme
yerine derlenme yolundan kitabın hazırlanışının
elbette ki bir sebebi olacaktır. İcabetseydi, öyle
yapılırdı elbet!Nitekim, idareci ruhsal planlar
daha evvelden bu yoldan faydalanmışlar ve dikte
ettirmişlerdir. (Kuran'ın dikte ettirilişi buna
bir misaldir.)
Kitabın nasıl
hazırlandığı hususu üzerinde, sayın genç dostum
Attila Güyer ile yaptığım konuşmanın bir bölümünü
ve özellikle kitabın derlenişine, tebligatın
aktarılışına vazifelik etmiş bir vazifeli medyum
sıfatıyla bana yaptığı açıklamaların bir kısmını,
önemine binaen aşağıda tetkiklerinize arzetmek
istiyorum.Önemli bir noktanın aydınlığa çıkmasına
hizmet edeceğinden fayda umduğum bu açıklamaların
alakalı kısımlarını takdim ediyorum: “Bedri
bey, ruhi bir irtibatın olup olmadığını, ayrıca
hangi seviyeden bir irtibatın mevcud bulunduğunu
derhal anlayabilecek bir bilgi ve liyakat sahibi
bir insandı. Kendine mahsus bir takım metodları da
vardı. Ama, teşhis gücü sadece tecrübe ve
bilgisine dayanıyordu da denemez. Ben, kitabın
derlenişi sırasında ondokuz yaşındaydım.
Medyumluğum öylesine süratli gelişmişti ki hepimiz
şaşırmış ve korkmuştuk da.” “Bedri bey o
sıralarda Adana civarındaki sel hadisesi ile
ilgili kehanetle meşguldü. Kendisine açıkça ikazda
bulunuldu: ‘Senin fonksiyonun budur, halbuki sen
nelerle uğraşmaktasın. Bu mu senin işin!’ Bedri
bey o sıralarda çalışıyordu ama huzursuzdu. Asıl
yolunu bulamamıştı. İnsanlara hizmetle ilgili
yapacağı bir iş hakkında bir idraki vardı. Bir
noktaya kadar gelmişti, fakat ne yapması lazım
geldiğini kesinlikle tayin edemiyordu. İşte böyle
bir durumda planın ikazı onu şaşırttı. Toparlandı
ve derhal mevzuua girdi. Kitabın derlenişi
faaliyeti başladı. Böylece Bedri bey hayatının
gayesini bulmuş oldu.”
Sual: Kitap,
Bedri beyin ne çeşit bir çalışmasıyla meydana
gelmiştir? Yani, tebliğler bir sıraya göre olduğu
gibi mi yazılmıştır, yoksa açıklayıcı pasajlarla
birlikte mi tertiplenmiştir? Bu sualime
Attila Güyer şu cevabı verdi:
“İkisi de değil.
Yukarısı evvela bir plan verdi. Bölüm bölüm bu
planın konularını anlattı. Bedri bey ‘şunu
koyalım’, dedi. Plan ‘hayır, bunu koymayacaksın’,
dedi. ‘Biz direkt bilgi veriyoruz, bunları
yazacaksın’, dendi. Bedri bey de yukarının ağzı
ile bunları derleyerek yazdı. Aslında, kitapta
direkt alınmış tebliğler de yoktur. Bedri beyin
kendi görüş ve tefsiri de yoktur. Verilmiş genel
bilgiler Bedri bey tarafından derlenmiştir.”
Sual: Derlenme
fiilinin daha iyi anlaşılması için biraz daha
açıklamada bulunur musunuz?
“Tam, motamot dikte
ettirme yoktur. Mesela bir fikir veriliyor;
kainatın kuruluşu, maddenin yapısı hakkında bir
plan veriliyor. Bu plana göre verilen bilgiler
derlenecek, deniyor. Anlayamadığı noktalar izah
ediliyor. Yani, fikirler, bilgiler yukardan
veriliyor. Fakat, motamot yazdırılmıyor. Bedri bey
bunları kaleme alıyor,
derliyor.” “Tekrarlayayım: Konu ve plan
veriliyor. Konu hakkındaki bütün bilgiler
anlatılıyor, işleniyor, izahlar yapılıyor,
misaller veriliyor. Sonra, ‘bunları yazacaksın’
deniyor ‘Şu şu şekilde yazacaksın,
verdiğimiz misallerin ışığı altında şu, şu şekilde
yazacaksın’ deniliyor ve bırakılıyor. Burada Bedri
beyin fonksiyonu şöyle: Gelen bilgileri evvela
anlıyor, hazmediyor ve kendisi yeniden kaleme
alıyor. Yukarısı, ‘tebliği aynen koyacaksın’
demedi. Bunu istemedi hiçbir vakit. Müteakib
celselerde, Bedri beyin kaleme aldığı kısımlar
plana okundu ve tasvibi alındı.” “Şunu da
söyleyeyim ki, hiçbir vakit Bedri beyin kaleme
aldıkları (derledikleri) parçalar ‘plan’
tarafından ‘olmamıştır’ diye geri çevrilmedi. Bu
vazifesini Bedri bey pek mükemmel bir şekilde
yapıyordu. İyice idrakine varmadan hiçbir vakit
kalemi eline alıp yazmaya başladığını görmedim.
Bazen üç ay bir konu üzerinde münakaşa edildiği
olmuştu. Anlayamadıklarını anlayabilmek için
sualler sormaktaydı.”
Sual:
Yani, bu izahata göre celselerde verilen
tebligat kitaba motamot konmuyor.
“Hayır, konmuyordu.”
Sual:
Yani, Bedri bey tarafından, gelen
fikirler evvela hazmediliyor, sonra kompoze
ediliyor.
“Tamam. Mevzu iyice
anlaşılıncaya kadar misaller veriliyor, çeşitli
yönleri gösteriliyor. Mevzu iyice anlaşıldıktan
sonra bırakılıyor, ‘bunları şimdi derleyin’
deniyordu. Kendisine, bu derleme çalışmalarında
hiçbir vakit ‘burada hata yaptın’
denmedi.”
Sual:
Öyle sanıyorum ki, kitabın derlenme
yoluyla verilmiş olması, şöyle bir maksadı gütmüş
olabilir: Bir insan olarak, Bedri bey verilen
bilgileri hazmetmekle, bu bilgilerin insanlar
tarafından anlaşılabilir bilgiler olduğunu tatbiki
olarak göstermiştir.
“Evet. Bu hususu hiç
düşünmemiştim. Gerçi, Bedri bey büyük bir
fonksiyonerdi ama yukarının karşısında son derece
zayıf bir kimseydi. Bu öyle bir plandı ki, orada
belki de Bedri bey gibi onbinlerce varlığın idraki
ve şumulü vardı. Onun için ‘Önder’ diyoruz.
Kendisi de zaten ‘Kainatın vazife planı’ olduğunu
bize ihsas ettirdi.”
Sual:
Kitap, tamamıyla değişik bir bilgi
temeline dayalı yeni bir açıdan bir kainat görüşü
ve bu görüşe uygun yürünmesi gerekli yolları mı
açıklamaktadır, yoksa bu güne kadar verilegelmiş
olan bilgilerin mânâlarını mı vuzuha kavuşturmakta
ve sembolleri, dogmaları mı kaldırmaktadır?
“İkinci dediğiniz
daha doğrudur. Aslında, belki yepyeni bir görüş
koyuyor ortaya. Ama, bu koyduğu eskileri yıkmıyor.
Eski realiteleri olduğu gibi kabul ediyor.
Bunların, madde kainatı içinde gerekli kademeler
olduğunu belirtiyor.” “Bir dağın eteklerindeki
görüş ile zirvesindeki görüş elbette ki
birbirinden farklıdır. Evet, kitabın bir bilgi
kitabı olduğu söylenebilir. Ama detaylı bilgiler
veren bir ders kitabı şeklinde değil. Bir
matematik veya bir fizik kitabı gibi konuları
incelemez. Genel kanunları açıklar. Mesela madde
kainatı hakkındaki Einstein'ın genel ifadesi gibi
bir görüş, bir prensip getirmektedir. Yani, genel
bilgiyi göstermektedir. Dinler muayyen
realitelerin icaplarına göre yukarıdan - vazife
planından - verilmiş bilgileri yayarlar. Kitaptaki
bilgilerse dinlerin öğrettiklerini toplayacak ve
onların manasını açıklayacaktır. Dolayısıyla nakz
ve reddetmek asla bahis konusu değildir. Sadece
ufku daha genişletecek. Faraza bir insan Müslüman
olsun, Hıristiyan olsun, bu kitap karşısında kendi
dininin esaslarını daha iyi anlayabilecektir.
Böylece insanlar birbirlerini daha iyi
anlayabilecek ve anlaşabileceklerdir.”
Kitabın derlenişi,
daktilo edilişi ve notere tesliminden sonra Bedri
bey memleket dışında bulunan seçilmiş beşyüz kadar
adrese (ki bu adresler cemiyetler ve şahıslardan
seçilmiştir) gönderilmek üzere bir bildiri kaleme
almıştır. Bu açıklamasında, derlediği kitap
hakkında bazı ön sezgileri verdirecek ipuçları
vermiştir. Nitekim, bu bildirisine gelen cevaplar
arasında 8-10 kadarının, Bedri beyin kapalı olarak
sezdirmeğe çalıştığı düşüncelerini iyi bir şekilde
değerlendirmiş olduğu anlaşılmıştır.
Kitabın neşri,
şüphesizdir ki vazifeli üç şahsın inisiyatifine
bırakılmış değildir. Hüsrev Bilgioğlu'nun yaptığı
açıklamaya göre, kitabın insanlığa sunuluşu,
medyum Attila Güyer'in zamanı geldiğinde kitabı
tebliğ eden plandan (“Önder” planı) direkt olarak
bir ikaz ve tebliğ almasıyla başlayacaktır. Bu
hususta sayın Attila Güyer şu açıklamayı
yapmaktadır:
“Biz, verilen
talimatla birlikte bu kitaba bağlıyız. Bunun
dışında, bizim hiçbir fonksiyonumuz yoktur. Telif
hakkı her üçümüze bırakılmıştır. Bu da talimat
gereğince yapılmıştır. Yukarının talimatını bizler
aynen tatbik ediyoruz. Elimizde talimat var. Onun
dışında bir şey yapamayız. Talimat dışında, şahsi
olarak idraklerimizin yapacağı her şey büyük hata
olacaktır. Talimat yukarıdan verilmişti. Bedri bey
de bizlerin bu talimata göre aynen hareket
etmemizi söyledi.” |
“Bedri beyi ilk defa
Hüsrev ağabey vasıtasıyla tanıdım. Bende bazı
anormallikler vardı. Anlatmıştım. Çocukluğumdan
beri bazı anormalliklerim vardı. Mesela geceleri
uykuda gezerdim, gece uykumda konuşurdum. Çok
enteresan bulmuştu. ‘Gel, seni Bedri beyle
tanıştırayım’, demişti. Benim bu sahada tecrübi
çalışmalar yapmak hususunda arzu ve niyetim yoktu
o zamanlar. Mevzu ile kendime göre alakadardım.
Bazı tetkiklerim vardı, ama hepsi o kadar.
Konuların içine gömülmüş değildim. Buna rağmen
Bedri beyle tanışmayı istedim.”
“1958 senesinin
sanırım Kasım ayındaydı. Bir gün Hüsrev ağabeyle
önce cemiyete uğradık. Oradan da doğru Bedri beyin
Harbiye, Çimen sokağında oturmakta olduğu evine
gittik. O zamanlar cemiyetten ayrılmış, yalnız
başına çalışmakta, celseler yapmaktaymış. Ben o
sıralarda, Edebiyat Fakültesi talebesi on dokuz
yaşında bir gençtim. Rafet Kayserilioğlu, M. Fahri
Öğretici, Doğan Tuğcu ile ruhi irtibat celseleri
çalışmaları yapılmaktaymış. Adana'daki sel
felaketiyle ilgili kehanet tebliğleri ve bunun
değerlendirilişi gibi çalışmalar yapılmaktaymış.
Sonradan daha iyi idrakine vardım ki, o zamanlar
Bedri bey huzursuzdu. Çalışmalarından tatmin
olmuyordu. Bu çalışmaların adamı değildi Bedri
bey. Bu intibayı o zaman almıştım.”
“Bedri beyin havası
bambaşkaydı. Çok değişik ve enteresan bir hava ve
intiba bırakmıştı bende. Sanki normal bir insan
değildi de, acaip bir dünyanın varlığıydı. Çalışma
odasına girdiğimde, tavana dört ucundan iple
gerilmiş beyaz bir bez dikkatimi çekmişti. Bunu
soba kurumunun başına dökülmemesi için germiş.
İşte bu müşahedem, bende ilk nazarda Bedri bey
hakkındaki intibalarıma bambaşka bir yön
vermişti.”
“Bedri beyle hemen
ilk tecrübe çalışmalarına başladık. Temasa
geçtiğim ilk bedensiz varlıktan bir türlü ayrılmak
istemiyordum. Hissi bir yakınlık beni
cezbediyordu. Varlık, ‘benim işim burada bitti, bu
vazifedeki işimiz sona erdi, muhakkak ki
organizasyon içinde beraberiz ama bu işimiz burada
artık bitti.’ diyordu. Fakat ben gene de ondan
ayrılmak istemiyordum. Bu varlık, tek bir
varlıktı. Beni hazırlamakla görevliydi. Beni bir
noktaya kadar alıp getirdi. Sonra üçlü bir gruba
verdiler beni. Daha sonra da kitabın tebliğlerini
veren ‘Önder’ planıyla temasa geçtim.” “Bu planla
irtibatın sağlanması için, evvelkiler bir nevi
hazırlık safhasıydı. Size bunun hakkında bir misal
vermek üzere şunları söyleyebilirim: Başlangıçta
tahammül edemiyordum. O kadar parlak ve keskin
geliyordu ki, yaklaşamıyor, temasa geçemiyordum.
Alıştırma safhalarından birini anlatayım: Üzerime
tıpkı füze gibi ışık demetleri geliyordu. Gözlerim
kamaşıyor, sağa sola kaçıyor, kurtulmaya
çalışıyordum. Bunları bayağı görüyor ve
hissediyordum. Büyük bir ışık kütlesinin üzerime
geldiğini hissediyordum. İşte, asıl planın
kademesine yaklaşıncaya kadar, bu şekilde
egzersizlerle alıştırmalar yaptım. Işıktan bir
bulut gibiydi o yer. Üçlü varlık, hem bilgi
yönünden beni yetiştirdi hem de o plana hazırlamış
oldu.”
“Celse adabına aykırı
hareket ettiğim zamanlarda bana kızardı:
‘Kardeşim, buraya yorgun geliyorsunuz, olmaz böyle
şey!’, diyordu. Haklıydı, kırk senelik
bilgilerinin tamamen aksine bilgiler alıyorduk.
‘Olmaz’ diyor, kızıyordu. Bunun üzerine, ‘plan’
celseyi kesiyordu. Ama öyle enteresandı ki, ben
‘plan’ın sanki gülümsediğini hissediyordum:
‘Peki’, diyordu. Haftaya tekrar celseye
başladığımızda (haftada bir, bazen de iki veya üç
celse yapılıyordu), Bedri bey o bir hafta içinde
verilen bilgileri hazmetmiş, yerine oturtmuş
olarak karşımıza çıkıyordu.”
Sual:
Bedri bey düşüncelerine tamamen zıt olan
bu fikirleri nasıl hazmediyordu?
“Üzerinde
düşünüyordu, idrakine varıyordu. Eskileri atıp
yerine yeni bilgileri koyabiliyordu. Bu kabiliyet
vardı onda.”
Sual: Zıt gelen
fikirler temel bilgilere mi, yoksa teferruata mı
taalluk ediyordu?
“Temellere! Ama,
nüans farkları şeklinde. İlk bakışta tamamen
tersine imiş gibi görünüyorlar.”
Sual: Tersine
gibi mi görünüyorlar, yoksa gerçekten tersine
miydiler?
“Gibi görünüyorlar.
Mesela, biz vahdet-i vücûd felsefesini kabul
etmiyoruz. Bu düşünceye zıt gibi görünen bazı
fikirler karşısında, Bedri bey kızar ve ‘kardeşim,
burada keselim’ derdi: ‘Yanılıyorsunuz, iyi
nakledemiyorsunuz!’ Fakat, sonradan, söylenmiş
olanlar üzerinde düşünüyor ve yerine oturtuyordu.”
“Bedri beyle birlikte geçirdiğim günler pek
kısa olmuştur. Aşağı yukarı, münasebetlerimiz bir
yıl sürdü. Sonra ben ayrıldım ve askere gittim.
1960 senesi Ocak ayında gitmiştim. Fakat,
münasebetlerimiz bu kadar kısa sürmüş olmasına
rağmen, aramızda çok derin ruhi bir bağın mevcud
olduğunu söyleyebilirim. Nitekim, ölümüne
rastlayan saatlerde başımdan geçen bir olay bunu
teyit eder: Bedri beyin öldüğü gün, ben yedek
subay okulundaydım. O gece koğuşta yatıyorduk. Ben
feryad etmeye başlamışım. Bağırıyorum.
Uyandırıyorlar. Ama uyandığımın farkında değilim.
‘Ne oldu’, diye soruyorlar. Tekrar yatıyoruz. Bu
defa canhıraş feryatlar atıyorum. Çocuklar yine
uyandırıyorlar. Bir ara canavar düdüğü gibi acaip
sesler çıkarıyorum.”
“Bedri beyi ben ancak
celseler esnasında tanıdım. Münasebetlerimiz bu
sınırlar içinde kaldı. Celseler bitince,
‘Allah'aısmarladık efendim’ derdim. O da
‘Gülegüle kardeşim’ der ve bizi yolcu ederdi, o
kadar.” “Bizim öyle bir dostluğumuz yoktu. Sadece
celseler dolayısıyla münasebetlerimiz
oluyordu. Pek tabiidir ki birbirimizi severdik.
Hürmet ederdim. Ama, bazen kızdığım da oluyordu.
Onun idrakine ulaşamamış oluşum, onun bazı
davranışları karşısında kızmaklığıma sebep
olmaktaydı. Sonradan üzerinde düşündükçe, haklı
olduğunu, kızmamın yersizliğini anlamışımdır.
Celseler esnasında ters bilgiler verildiği
zamanlarda da kızardı. Huzursuz olurdu. Medyumlara
çatar, vazifelerini müdrik olmadan, medyumluğun
gerektirdiği şekilde hareket etmediklerini söyler,
tenkid ederdi.” |
Bedri bey hakkında
herhangi bir düşünce ve kanaatin - prensip olarak
- açıklanmasına pek taraftar değildi. Bu
düşüncesini bana şu cümlelerle
açıklamıştı: “Bedri beyin dünya üzerindeki
beşeri şahsiyetinin bilinmesi bence lüzumsuzdur.
Zira, onun beşeri şahsiyeti çok önemsizdir. Sadece
bir vazife adamı olarak kıymetlidir, o kadar.”
“Bedri beyi ilk defa
cemiyette gördüm ve tanıdım. 1953 Temmuzuydu.
Askerlik görevimin verdiği fasıla hariç, ölümüne
kadar Bedri beyle beraber oldum.”
Sual: Bedri
beyin insanlığa yaptığı hizmet?
“Bıraktığı kitaptır.
Bittabi o da, bu vazifesiyle sadece yukarıya
vasıtalık etmekten başka ve ileri bir iş
görmemiştir.”
“Bedri bey,
neşredilmiş eserlerinin yeniden basılmasına
taraftar değildi. Son çalışmalarında ortaya
çıkan tebligat kanalıyla verilmiş bilgiler
muvacehesinde; tamamlanmamış bilgiler,
noksanlıklar ve hatta yanlış tefsirlerin eski
kitaplarında bulunabileceğini düşünmüştür. Bu
sebeple yeniden basılmasının büyük bir fayda
sağlayacağı kanaatinde değildi. Son
çalışmalarıyla, “derleyen” sıfatıyla
hazırladığı kitap bütün bilgileri ihtiva
etmekteydi. Bu sebeple, kendi eserlerinin
yeniden basılmasını istememiştir. Bu kitapta hepsi
mevcud. Seviye diye bir şey mevzuubahis değil.
Anlayan anlayacak bu kitabı. Herşey apaçık
yazılmıştır burada. Görecek olan görecektir
bunu! Kitap gayet açıktır. Yeter ki, insanların
idrakleri gelişmiş olsun. İnsanları bu kitabı
anlamaları için yetiştirmeye lüzum yoktur.”
Sual: Kitabın
derlenişiyle ilgili son devre çalışmalarının
karakteri nedir?
“Bedri bey bu devrede
de bir bilgi çalışması yapmıştır. Birçok
medyumlarla çalışmıştır. Ama esas medyumu bir
taneydi: Attila Güyer. Bu devre çalışmaları, tam
hatırlayamayacağım ama, sanırım 6-7 ay kadar
sürmüştür. Netice itibarıyla, bu çalışmalarında
Bedri bey sentezciydi. Esas bilgileri o tek
medyumdan almış ve sentezini yapmıştır. Yani,
Bedri beyin esas fonksiyonu bu bilgileri
derleyip toparlama, değerlendirip sentezini
yapmaktı.”
Sual: Bedri
beyin biyografisinde mutlaka zikredilmesi lazım
geldiğine inandığınız bir hususiyeti var
mıdır?
“Vazife idraki
mutlaka belirtilmesi lazım gelen bir husustur.
Bedri bey vazifeli bir varlıktı. Ama, gerçek
vazifeli bir varlık. İnsanlığa birşeyler
verebilmek için üst kademelerden gelmiş bir
vazifelidir. Bedri bey, derlediği son kitaba
isminin konmasına taraftar değildi. Koymamak
kararındaydı. Ancak, planın direktifiyle
ismini koymuştur. Esas olarak söylediği şuydu: ‘Bu
büyük vazife içinde benim yaptığım bir hiç
mesabesindedir. Benim yaptığım şu çok cüzi bir işe
karşılık kitaba ismimi koymam lüzumsuzdur.’
demişti. Ancak planın, insanların durumu yönünden
bir isim konması lazım geldiğini açıklaması
üzerine ve ‘siz isminizi derleyen sıfatıyla
zikrediniz’ denmesi üzerine ‘Derleyen Bedri
Ruhselman’ denmiştir.”
Sual: Kitap
insanlığın hangi cephesine hitabetmektedir?
“İnsanlığın idrakine
hitabedecek. İdrakini genişletecek. Ne olduğunu,
ne yapması lazım geldiğini insanlara gösterecek.”
Sual: Bilgi
temeline dayalı bir idrak ve moral yücelişi mi
sağlayacak?
“Moral yüceliği de
sağlayacaktır pek tabii. Bir istikametleniş
verecektir insanlığa. Değer ölçüleri verecektir.”
Sual: Yüzyıllar
boyunca insanlığın uyarılması, eğitilmesi ve
istikametlenmesi için idareci ruhsal planların
çalışmaları mevcuttur. Bunların arasında en
önemlileri semavi dinlerdir. Din kanalıyla
yapılmış irşadlarla, kitabın yapacağı fonksiyon
arasında bir paralellik var mıdır? Yok, eğer bir
fark varsa, bunun vasıfları nelerdir?
“Bunu ben de ifade
edemiyeceğim. Ama, aykırılık diye bir husus
mevzubahis olamaz bir kere.”
Sual: Dinlerin
vazettikleri prensipler yetersiz miydi ki bu kitap
insanlığın istifadesi için tertiplenmiştir?
“Bilgiler, bugünkü
insanlığa hitap edecek şekilde sunulmuştur. Mühim
olan budur. Bugünkü insanlığın idrakine,
seviyesine hitabedecek şekilde derlenmiştir. Din
devri kapanmıştır. Ama verilen bilgiler onların
dışında değildir. Ancak, bugünün insanlığı ne
şekilde bu bilgileri alabilecekse o şekilde
verilmiştir.”
Sual: İnsanlığın
tekamül yolundaki yücelişinde, insanlığı eğitip
yöneten aynı idareci planların yeni bir hizmeti ve
yardımı olarak kabul edilebilir mi?
“Bunu bilemem tabii.
Ama muhtemelen öyledir. Bunun tefrikini elbetteki
yapamayız. Muhtemelen öyledir. Ancak, kitabı - her
türlü yanlış tefsirlere mani olmak düşüncesiyle -
mukaddes dini kitaplar (semavi dinler) arasında
bir dördüncü kitap olarak mütalaa edemeyiz.
Söylediğim gibi, din devri kapanmıştır. Her insan
kendi kendisine, kendi cehit ve arzusu ile
yürüyecektir. Kendi kendisine anlayıp idrak edecek
seviyeye ulaşacaktır. İdraki açılmış olanlara, bu
kitap ihtiyacını duydukları bilgileri apaçık
verecektir. Biz vazifeli üç arkadaşın vazifeleri
ise, sadece kitabın en iyi bir şekilde insanlığa
sunulmasını sağlamaktan ibarettir. Bizlerin
durumumuz budur. Bu vazifenin ifası için plan
bizleri seçmiştir. Kitabın çıkış zamanı ile ilgili
birşey bilmiyoruz. Ne zaman çıkacak, nasıl talimat
verilecek, ne olacak, bir şey bilmiyoruz. Tamamen
serbest bırakılmış gibiyiz, ama hiç de değiliz.
Vazifemizi iyi bir şekilde yapabilirsek, ne mutlu
bize.”
Sual:
Kitabın yayınlanmasıyla ilgili vazifenin
ifasında, bu işle ilgili üç vazifelinin mutlaka
bir fonksiyon göreceğini düşünebilir
miyiz?
“O hususda da bir
garanti yok. Ama, her halde bu üç şahıstan en az
biri kitabın neşri faaliyetinde bulunacaktır.
Belki üçü, belki ikisi, ama biri mutlaka
bulunacak. O şekilde teslim edilmiştir. Ama ne var
ki, o tek şahsın vazife ve fonksiyonu sadece
kitabı bırakıp gitmek şeklinde de olabilir.
Neşredildi deyip bırakabilir. Bu hususda hiçbir
şey bilmiyoruz. İşte, Bedri bey böylesine devasa
bir vazifenin vazifeli bir fonksiyoneri olarak
dünyada yaşamıştır.”
Bedri
beyi 1949'da tanımış, 1954'den sonra birlikte
çalışmışlar.
“Fiilen
çalışmalara iştirakim ise 1954'e rastlar. O
sıralarda cemiyette dersler veriliyordu.
Hipnotizma denemeleri de yapılıyordu. Süjelerden
birisi Metin Sakik’di. Sonraları bu çalışmalar
cazibesini kaybetti, monoton olmaya başladı, takip
edenlere birşeyler vermez oldu. Sonra, Bedri bey
bu çalışmaları kısıtladı. Daha sonraları da
cemiyet çalışmalarıyla ilgisini azalttı. Nihayet,
istifa etti. Sonra, benim medyumluğum başladı.
‘Meşale’ isimli bir varlıkla temas kuruldu. O
sıralarda Bedri bey bir ümitsizlik devresindeydi.
Bedri bey bu devre esnasında bizlere bilgi
vermiyordu. Meşale’nin celseleri, haftada bir
yapılmak üzere, iki yıl kadar sürdü ve yüz küsur
celse teşkil etti. Sonra, Mehmet Fahri
Öğretici’nin celseleri başladı. Bir süre Hikmet
Omay’la çalışmalar yaptı. En sonunda da Attila
Güyer’in medyumluğu ile ‘Önder’ planının celseleri
yapıldı. Ve malum kitabı
tamamladı.” |
Geçirmekte olduğu
ruhi bir bunalımın sarsıntıları içindeyken,
tanışmak ve dertlerini dökmek ihtiyacı içinde,
1950 yılında ilk defa karşılaştığı Bedri beyden
bundan sonra bir daha ayrılmamış ve onun adeta
dert ortağı olmuştur. Bedri bey hakkında yaptığı
açıklamaları banda aldım. Ertesi günü bana bir
mektup gönderdi. Telefonla, kendisinden izahat
rica ettim: “Bedri bey hakkında konuştuklarımı
kaale almayınız. Sadece bunu belirtmeniz kifayet
eder.” dedi.
Mektupda şöyle
deniyordu:
“Bedri Bey İnsanlığın
ihtiyacı olan Müteal bilgiyi vermek üzere
dünyamıza enmiş böyük vazifeli bir varlık idi.
Bedri Bey tarafından kitabın yazılmağa başlandığı
tarih. 1-9.1958. biddiği tarih ise 10-8.1959.”
(Not: H.Bilgioğlu - daha önce H.Nurlu ismini
kullanmış - ermeni ve ilkokuldan ayrılma bir
vatandaştır. Orijinal el yazısının aynısını kopya
ettim. M.H.A.)
Değerli dostumun
biraz da haklı bulduğum arzusuna uyarak,
açıklamalarını aynen değil de sadece bir özetini
aşağıda tetkiklerinize arzediyorum:
Sual: Bedri
beyin karakteri hakkında ne düşünüyorsunuz?
“Bedri beyin
karakteri anlatılamaz. Ona aslında karakter de
dememek lazımdır. O bir idrakti! Bundan başka bir
şey söylenemez.”
Sual: Bedri
beyin beşeri yönden tanıtılmasını nasıl
yaparsınız?
“Beşeri açıdan nesini
anlatabilirim ki?”
Sual: Yani,
bedenli olarak, bir insan olarak nasıl
tanıyorsunuz?
“Bedri bey tarife
sığmaz ki! Tevazuun da ötesinde, tevazuu üzerinde
bir bedenliydi. Bundan başka birşey söyleyemem
ki.”
Sual:
İnsanlığa yaptığı hizmet hakkında ne
söylenebilir?
“Kısaca şöyle
denebilir: Bedri bey bütün bir beşeriyet üzerinde
- enkarne olacaklar da buna dahildir - büyük bir
vazifeliydi. Buna ikinci bir misal
verilemez.”
Sual: Ne yönden
vazifeliydi?
“Bilgi
yönünden.”
Sual: Son devre
çalışmalarının karakteri nasıldı?
“Ayırmak doğru değil.
Cemiyetteki faaliyetleri nasıl idiyse, aynı
faaliyetlerine dışarda da devam etti. Bedri bey
için cemiyet içi ve dışı diye bir mevzuu yoktu.
Kitap çalışması da aynen olmuştur. Kitabın
derlenişi kutsal bir vazifeydi. Kalbinden rahatsız
olmasına rağmen gecesini gündüzüne katarak
çalıştı. Bu faaliyeti dokuz ay devam etti.
1.9.1958'den 10.8.1959'a kadar.” (Not: Verilen
tarihe bakılırsa, yaklaşık 11.3 ay devam etmiş
olmalı. M.H.A.)
Sual: Bedri
beyin biyografisinde mutlaka zikredilmesi lazım
gelen sizce hangi husustur?
“Bedri bey, dünyaya
inmiş büyük vazifeli bir bedenli idi. Bunun
dışında bir şey söyleyemem. Bundan başka birşey
düşünemem. Söyleyemem!"
Sual: Kendisinin
bir vazifeli olarak dünyada bulunduğunu biliyor
muydu?
“Kitap tebliğ
olunduğu andan itibaren verildi, tamamen
açıklandı.”
Sual: Kitabı,
kitabî dinler kademesinde bir dördüncü kitap
olarak vasıflandırabilir miyiz?
“Hayır.”
Sual: Ne
bakımdan hayır denebilir buna?
“Çünkü, bilgidir
kitap! Diğer kitaplarda tarihler, izahlar,
semboller var. Halbuki bu kitapda bilgiden başka
bir şey yok. Tamamiyle saf bilgi! İşte bu sebeple
o kategoriden mütalaa edilemez.”
“Ölümü 16.2.1960
perşembe günüdür. 18.2.1960 cumartesi günü
defnedildi. Derlediği kitap, ölümünden altı ay
evvel tamamlandı. Kitabın medyum (Attila Güyer)
aracılığıyla tebliğine 1.9.1958'de başlandı.
10.8.1959'da tamamlanarak vazifeli üç arkadaşa
teslim edildi. Kitap, tek medyum ile verilmiştir.
Evvelki çalışmalarında iştirak eden medyumlar ve
alınan tebliğlerin kitapla hiçbir ilgisi yoktur.
Bedri bey kitabın derlenişinde anlaşılamayan
noktaları celsede sualler tarzında vazeder ve
açıklamalara göre hareket ederdi.”“Bir defasında
‘Allah’ kelimesinin mutlaka kelime olarak
zikredilmesi zaruretini hissetmiş ve bu kelimeyi
kullanıp kullanmamakta tereddüde düşmüştü. Celsede
bu hususdaki düşüncelerini açıkladı. Aldığı
cevab
mealen şöyleydi: ‘O kelimeyi tam o yerde, sadece
bir defaya mahsus olmak üzere kullanabilirsiniz.
Böylece onun tekliği de tek yerde kelime olarak
zikredilmiş olmasıyla anlatılmış olacaktır.’
Gerçekten de,
kitapda sadece bir tek yerde ‘Allah’
kelimesi geçmektedir. Kitabın tebliği esnasında
sual sormak ihtiyacı doğduğunda, tebliğe o noktada
ara verilmekte, sual izah edildikten sonra
bırakılmış olan noktadan devam
edilmekteydi.”
“Bedri beye
kürre
üzerinde kıyamet tatbikatı yaptırıldı. Yedi celse
sürdü. Bazı tashihler yapıldı. Kıyamet, dünya
mihverinin 23.5 derecelik meyli değişmeden,
eksenin istikameti değişmekle vuku bulacak ve dört
günde sular her yeri kaplayacak. Bu arada, üç-beş
kişi maya olarak kalacak. Keza, nebat ve
hayvanlardan da birer çift. Tıpkı Nuh tufanı gibi.
Kalan insanlarda şuur kalmayacak. Saç-sakal
uzamış, örtünme bilmeyen bir iptidailikten
başlayacaklar. Dünya nüfusu yedi milyar olunca bu
işler olacak ve bu işi bizzat Bedri bey yapacak.
Zira, onun mensubu bulunduğu 'Biz' planı
mensupları bu işi teker teker yapmak
mecburiyetindedirler. Bittabi, kitap bu olaydan
çok çok evvel çıkmış olacak. Ancak üç-dört
enkarnasyon sonra bu kıyametin vukuu muhtemeldir.
‘Biz’ planı, kainatları idare eden, dünyayı var
eden bir plandır.”“Bedri bey, kitabın derleme
çalışmasında, celse esnasında sualler de
sormuştur. Tebliğe o noktada ara verilmekte, izah
edildikten sonra bırakılan noktadan devam
edilmekteydi. Bir yerinde, Bedri bey Allah
kelimesini kullanıp kullanmamakta tereddüd
ediyordu. Plana bunu sordu: ‘Kalemimi
yürütemiyorum’, dedi. Plan da, ‘tam o yere bir
defaya mahsus olmak üzere o kelimeyi
koyabilirsiniz. Böylece, tek oluşu da anlaşılmış
olacaktır’, dedi. Gerçekten de, kitapda bir yerde
bir tek defa Allah kelimesi geçmektedir.”
Bedri
beyi ilk defa 1946-47 senesinde tanımış.
“Ben bazen, bu
adam bana nasıl inanıyor, diye çok düşünmüşümdür.
Yazıyorum, ama bütün bu yazıp söylediklerim
hakikaten ruh aleminden mi geliyor, yoksa ben de
birşeyler katıyor veya hepsi benden mi çıkıyor,
diye düşünmüşümdür.”
Bedri beyin
kızkardeşidir.
“Medyumlar
vasıtasıyla alınan bazı tebliğlerde, ‘senin
vazifen bittikten sonra bu âlemde artık işin
kalmayacak, ondan sonra geleceksin’
denmişti.”
| | | | |